Merhaba!
Ben Beste. Önce size kendimi tanıtayım. Nereden başlasam? Doğma büyüme
İstanbulluyum. Evcimenimdir- gezip tozmaya, yeni yerler görmeye bayılırım, ama fırsat oldu mu en çok evimde oturmayı severim. Aileme çok düşkünümdür. Vaktim olduğunda piyano çalarım, ailem dinleyebilsin diye kaydederim. 5 sene önce Amerika’ya taşındığımdan beri arada Türk dizilerine bakar oldum, gurbet böyle bir şey. Genelde kadın karakterin hayatı tamamen erkeğin etrafında dönüyor diye sinirleniyorum, hatta bazen gaza gelip televizyonla bile konuşuyorum, ama yine de izliyorum.
Şu anda Harvard’da doktora öğrencisiyim, moleküler biyoloji alanında. O yüzden yukarıdakiler aslında teferruat. Çünkü vaktimin çoğunu laboratuvarda deney yaparak veya araştırmalarım için sıradaki deneyim ne olsa diye düşünerek geçiriyorum. Yaptığım işten acayip keyif alıyorum. Bazen deneyim çalışmıyor, 1-2 saat boyunca “batsın bu dünya” moduna geçiyorum, ama sonra kendimi toparlayıp tekrar deniyorum.
Moleküler biyolojiye ilgim
İstanbul Lisesi’ndeyken başladı. Almanya’dan gelmiş öğretmenimiz Frau Remp dersi çok güzel işlerdi. Her derse gizemli, açıklanamayan bir gözlemle başlar, dersin sonunda da bize ipuçları vererek bulmacayı çözdürürdü. Hiç unutmuyorum, bir biyoloji sınavında bulmacanın çözümü olarak gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan, tamamen yanlış cevap olarak değerlendirilebilecek hipotezlerimi yazmıştım. Oldukça düşük bir not beklerken, cevabım ‘derste öğretilen bilgileri kullanarak üretildiği ve kendi içinde tutarlı argümanlara dayalı olduğu için’ sınıftaki en yüksek notu almıştım! Böylece biyoloji lisede hep en sevdiğim ders oldu.
Biyolojiyi seviyordum sevmesine, ama hiç kariyer olarak seçmeyi düşünmemiştim. O zamanki düşünce yapısı farklıydı, hala bile öyle düşünen vardır. Tıp fakültesine puanın yetmiyorsa biyoloji okumayı düşünebilirdin. Ama doktorluk hiçbir zaman bana uygun bir meslek olmadı. Sabancı Üniversitesi’nde değişik giriş dersleri alırken, lablerde ders dışında çalışırken fark ettim ki, benim gönlümde yatan araştırma yapmakmış. Sabancı’nın diploma programını 2. sınıfta seçme hakkı tanıması sayesinde endüstri mühendisliği okuyup iş hayatına atılmaktan kıl payı vazgeçtim. Moleküler biyoloji okumaya karar verdikten sonra da kendimi doktora yaparken buldum.
Son zamanlarda dünyada bilim ve teknolojinin- ki bunlar bence insanlığın geleceğini garantileyecek unsurlar – arka plana düştüğünü hissetmeye başladım. Politik belirsizlikler, terörizm, herkesin derdi başından aşkın. Bilim de neymiş? Bazen politikacılar ne derse ona inanmak çok daha kolay. Böyle düşünürken içimden dedim ki, keşke bilimsel keşifler insanları benim kadar heyecanlandırsa. Geçmişe dönüp, araştırmacının bakış açısından henüz açıklanamayan bir gözlemi dinleseler, sonra adım adım, her yeni deneyle bilmecenin bir kısmının çözülüşüne tanık olsalar… Böylece kısa hikayeler yazıp paylaşmaya karar verdim.
Moleküler biyoloji/tıp alanını derinden etkilemiş çoğu buluşun oldukça dolambaçlı hikayeleri var ve dizi senaryolarına bakacak olursak çetrefilli hikayelere bayılan bir tek ben değilim 😊. İlginç bulduğum bilimsel keşif hikâyelerini sizlerle paylaşmak istedim, teknik detaylara çok girmeden, biyoloji temeli olmayan insanların bile anlayabileceğini umduğum bir şekilde. Yazacağım hikayelerin konuları çok farklı olsa da, hepsinin ortak yanı şu: merak üzerine kurulu temel moleküler biyoloji araştırmalarının uzun vadede elle tutulur tıbbi/gündelik bir fayda sağlamış olması, ve bu temel sorular sorulmasa bilimin bugün bu noktaya gelemeyeceği. Ben yazarken çok eğlendim, umarım bu buluşlar sizi de benim kadar heyecanlandırır!
Not: 28 Mayıs 2017'den itibaren HaberTürk haftasonu ekinden yazılarımı takip edebilirsiniz!