Email adresi: soru@posta.com.tr
84 yaşında, başım ve yürüyüşüm dik, merdivenleri koşarak çıkan, kilom ile boyum arasındaki farkımı boyumdan yana bir iki sayı fazla tutarak hâlâ baston falan kullanmayan, ağzımdaki tüm dişlerim kendimin olan bir organik yapıya sahibim. Tansiyon, kolesterol, kalp ve öteki sistemlerimle ilgili bir hastalığım yok. Pardon, ne dediniz? … Evet, kulaklarımda biraz tembellik başladı.
Yaşımı gururla söylemem herkese bir mesaj vermek içindir. Toplumda ün yapmış, tanınmış insanların yaşam biçimlerinin her yönüyle başkalarına örnek olmaları gerekir. Bu örnek olma, sosyal eğitim ve etik değerler için de zorunludur. Bu yüzden model olma örneğiyle kendimi sorumlu gördüğümden, sağlığımı, dinçliğimi ve durmadan üreterek beyinsel faaliyetlerimi daha da geliştirerek her gün saatlerce yazabilmemin nedenlerini açıklayabilmek içindi. Bunların dışında sigara içmem, ufak çay bardağının yarısı kadar içkiyle adeta uçarım, masa ve içki sohbetlerine alışamadığımı köy kökenli olmamla yorumluyorum. Kısaca kentsel yaşamın burjuva basamaklarının ilklerinde pinekleyip kaldım.
Köyümüzde ilkokul yoktu, başka bir köyde, başka bir ailenin yanında ilkokula başladım. Çok aile özlemi çekerdim. Bu dayanılmaz özlemi, evin benim yanımdaki kızına âşık olarak gidermiş oldum. Ortaokul ve lise 2. sınıf bitene kadar Uşak’ta okudum. Elektrikle hâlâ tanışmamıştım, derslerime gaz lambasının ışığıyla çalışıyordum.
Lise son sınıfı fen şubesi olduğu için Afyon’da okudum. Uşak’ta lise 2. sınıfında köyleri ve beldeleri dahil okuyan 22 kişiydik. Sınıfta ve bütünlemeye kalmadım, genellikle sınıfın önde gelen başarılı öğrencilerindendim.
1948 yılında
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girdim. 1958 yılında nöroloji ve psikiyatri dallarında uzmanlık diplomamı aldım. Kısacası tıp fakültesine girdiğimden bugüne 64 yıldır tıp kazanında kaynıyorum. Bir odunu 64 yıl kaynatsanız ya erir ya kristal olur. Ben erimediğime göre…
1965 yılında Taksim İlkyardım şimdiki
Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 1980 yılına kadar şef olarak çalıştım. O tarihte
Cumhuriyet Gazetesi’nde “Akıl Hastalarının Teşhiri Doğru Değildir” makalemden dolayı Samsun’a sürgün olarak tayin edildim. Aynı gün isteyerek emeklilik dilekçemi verdim. Böylece en verimli yaşımda devlet hizmetim sona erdi. Zaten kitaplarım da piyasada halkımızın bilinçlenmesinde ve yüreklenmelerinde bir yer edinmiştim. O tarihlerde 25 yıl muayenehane açmadım. Anadol marka arabam bana yettiği ve başka bir model düşünmediğim için kitaplarımdan gelen parayla yetindim. Böylece de doğru oldu. Muayenehane, hastane, ev ve de eş dost, arkadaşlarla ilgili aile toplantıları, arada da felekten gün çalmalar akıntısı ve zorunluluklarına katılmadığım için bütün enerjimi çalışmaya ve özellikle yazmaya harcadım.
Çok hareketliyimdir, adeta bir hiperaktifim. Yerimde duramam, olabildiğince az yerim. Çok zor uyur, yataktan zor kalkarım. Bir kere de kalktım mı uzanmak aklıma bile gelmez.
Halen 23 kitabım var. 2000’in üzerinde ürettiğim özlü söz, yani aforizmalarımla dünyada rekor kırmış durumdayım. 150 özgün fıkra, mütevazı sayıda ama okuyunca ya da dinleyince “vovvv” dedirtecek 30 şiirim var. Geçmiş yıllarımda sömürücü ve kandırmaya yönelik olmayan çapkınlıklarımı “Ne güzelmiş” diye yorumluyorum. Şimdi “Neden biraz daha fazla yapmadım” diye iç geçiriyorum.
Bugün o güzel çiçek bahçelerine bakarken, uçan umut kuşunun ardından bakar gibiyim. Hızımı yazmaktan alıyorum.
Tam bir karga tutkunu, karga âşığıyımdır, halen evde 6 tane özgürce uçuşuyorlar. Ortaokul 1. sınıfından bu yana hep kargalarım olmuştur. Çok zeki bir o kadar da hain hayvanlardır. Akıl almaz bir karga eğiticisiyim. Hayata bağlanma ve mutluluklarımın arasında ilk sırada yer alırlar. Evliyim. Genç bir eşim var. Genç dediysek de aramızda 32 yıllık bir yaş farkı var. O da dört yıl önce girdiği Bilgi Üniversitesi
Gazetecilik-
Televizyonculuk ve
Psikoloji alanlarında iki fakültenin son sınıfında. Bu yıl diplomasını alıyor.
Benim bayrağımı taşıyarak biraz daha ileri götürecekmiş. Bence de uygundur. Ancak keşke bu bayrağı alacak olan sizlerden en az 100 kişi daha çıksaydı… Böylece 50 yıl sonra ülkemizin kadın-erkek ilişkileri, evlilikteki mutlulukları, çağdaşlık konularında daha çok bilgilendirilselerdi de çağdaş bir toplum kurularak, kadına şiddet, kandırmalar, cinayetler, ikinci sınıf insan olarak görmeler sona erseydi…
Peki, şimdi ne olacak? Hiç. Evrim kendi kurallarını işletirken, biz bu koşuda ortalama 200 yıllık bir gelişmeyle arkadan treni yakalamaya çalışacağız.
Hepinize kucak dolusu sevgiler.
Haydar Dümen